
Milli Görüş Hareketinin 40 yıllık macerası


Milli Görüş partilerini ortaya çıkaran en önemli unsur Türkiye’nin kendine özgü bir modernleşme projesi ile ortaya çıkması ve merkez sağ ile merkez solun kendine bir temsil mecrası aramasıdır.
Ali Bulaç ile Çıra Yayınları’ından çıkan yeni kitabı “Göçün ve Kentin Siyaseti”nde Milli Nizam Partisi’nden Saadet Partisi’ne Milli Görüş Hareketi partilerinin kırk yıllık macerasını değerlendirdik.
Türkiye’de asker ve sivil bürokrasinin başlattığı “modernleşme’’ projesinin öngörmediği bir çizgi idi Milli Görüş. Nasıl ortaya çıktı. Reaksiyon alarak mı ?
Sadece bir reaksiyon değil aynı zamanda da bir iddia olarak da ortaya çıktı Milli Görüş. Onu ortaya çıkaran tarihsel ve toplumsal sebepleri anlamak için biraz geriye dönmek gerekir.
19. yüzyılda bizim tarihimizde iki farklı modernleşme projesi var. Biri II. Mahmud’a diğeri de II. Abdulhamid’e ait olan, II. Mahmud’un projesi devletin, sarayın bir tercihi olarak ortaya çıktı. Çevre güçlerini, toplumu hesaba katmıyor. Müzakereye dayanmıyor. Sivil değil ve dini de engelleyici bir unsur olarak görüyor. Bu projeye göre modernleşmenin referans noktası batı daha doğrusu Avrupa hatta Fransa’dır. Fransa’dan da III. Cumhuriyet dönemidir. O kadar özelleştirilmiştir. Çok başarılı bir proje değildir.
Ya II. Abdülhamit?
II. Abdülhamit’in bir takım kaygıları vardı. Yakın vadede Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılacağını, toprak kaybedeceğini tahmin ediyor. O mümkün mertebe devletin ömrünü uzatıp bu arada toplumu, ülkeyi, devleti takviye etmeyi amaçlar ve modern batı dünyasının kurumlarını kendimize mal ederek almak ister. Abdülhamid aşağıdan yukarıya bir modernleşme projesi tasarlıyor, dini de bir meşruiyet çerçevesi ve motivasyon aracı olarak kullanıyor. Kültürün formunu koruyor ama muhtevasını modernleştiriyor.
Bu durumda Cumhuriyet’le II. Mahmud’a geri dönüldü diyebilir miyiz ?
Mustafa Kemal ise II. Mahmud’un Modernleşme Projesine dönüyor ve mantıki sonuçlarına kadar götürüyor.
Peki, ya Milli Görüş’ü hangi saikler ortaya çıkarıyor?
Tek partili dönem ile 1970’ler arasındaki iki önemli gelişme ortaya çıkıyor. 1946’da çok partili siyasi hayata geçişle çevre modernleşme sürecine katılmıştır. Böylece devlet kendi başına karar alan bir aygıt olmaktan çıktı ve toplumun da karar mekanizmalarında, karar sürecinde etkisi olmaya başlıyor. Bu II. Mahmud projesinin birinci ayağının çökmesi anlamına geliyor. İkinci önemli gelişme ise çok büyük bir göç hareketinin meydana gelmesidir. Anadolunun her yerinden başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere akım başlıyor. Gelenler kendilerini merkez sağ ve merkez sol partilerde ifade edemiyor.
Merkez niçin yetersiz kalıyor?
Çünkü merkez sağ ve sol partiler II. Mahmud’un modernleşme projesi çerçevesinde devletin partileri olarak ortaya çıktıkları için gelenlere her hangi bir şey vaat edemiyolar. Ne onları sisteme katabiliyor ne de toplumsallaştırabiliyorlar. Zaten Demokrat Parti’nin nasıl bir sonuç vereceğini öğrenemiyoruz. Çünkü 27 Mayıs ihtilali ile engelleniyor. Onun yerine kurulan Adalet partisi bir merkez sağ partisi olarak ortaya çıkıyor. O dönemde bir yanda tek parti dönemini temsil eden sol Cumhuriyet Halk Partisi, öteki tarafta merkez sağ bir parti olarak ortaya çıkan Adalet Partisi vardı. Milli Görüş partilerini ortaya çıkaran en önemli unsur benim kanaatime göre Türkiye’nin kendine özgü bir modernleşme projesi ile ortaya çıkması ve merkez sağ ile merkez solun kendine bir temsil mecrası aramasıdır.
Milli Görüş Partilerinden en uzun ömürlüsü olan Milli Selamet Partisi’nin Milli Görüş söyleminin Refah Partisi zamanında yerini “Adil Düzen’’ söylemine bırakması bir zig zag mıdır ? Yoksa doğal akışı içinde yaşanan bir gelişme mi?
Bu çok doğal bir şeydir. Önemli olan etkilediğiniz ve etkilendiğiniz zaman kendinizi, projelerinizi ne kadar koruyabildiğinizdir. Milli Nizam Partisi’nin ömrü kısa oldu. Onu fazla hesaba katmamak lazım. Milli Selamet Partisi kartezyen bir parti idi. Ağır sanayi kalkınmasına dayanıyordu. Kalkınmayı ikiye ayırıyordu. Ahlak ve maneviyat alanında bir kalkınma bir de sanayide yani maddi alanda bir kalkınma. O gün için bunun bir anlamı vardı.
Ne değişmişti?
Dünya sanayi devrimini 1950’de tamamladı. Sanayi sonrası topluma geçildi. Batı artık sermaye yoğun, kâr marjı yüksek ve çevreye az zarar veren yüksek teknolojiyi kullanırken ağır sanayiyi bizim gibi ülkelere ihale ediyor. Ağır sanayi emek yoğun, kâr marjı düşük ve çevreye zarar veren bir üretim tarzı. ABD’de tarım yüzde 3’e, sanayi yüzde 17’ye düşerken ekonominin asıl büyük gövdesi hizmet sektörüdür.
Refah Partisi’nin temel dinamikleri nelerdi?
Dünyanın yüzde sekseni kol gücüyle amelelik yapıyor. Yüzde on yedisi yönetiyor. Yüzde üçü ise tasarlıyor. Ağır sanayi bu genel trende uygun düşmüyordu. Bunu ne zaman net bir biçimde anladık? Sovyetler çöktüğü zaman... Sovyetlerin o ağır sanayisi batı ile rekabet edemiyordu ve birinci sınıf bir orduya karşılık üçüncü sınıf bir ekonomi vardı. Refah Partisi zamanında metropoller devasa boyutlara ulaşınca insanların talepleri ve beklentileri değişti. Refah Partisi’ni öne çıkartan faktörlerden biri Adil Düzen’di.
Adil Düzen neye karşılık geliyordu?
Adil Düzen adil bölüşümü ifade ediyordu. İnsanlar adil bir düzen sağlanırsa gelir bölüşümünün adil olacağını, yoksullara, çiftçilere, sabit gelirlilere daha çok pay aktarılacak diye düşündüler. Bunu Erbakan’dan önce Ecevit “hakça düzen” diyerek kullandı. Hem adalet hem de hak dini kavramlardır. Refahı öne çıkaran ikinci kavram ise “İslam Kardeşliği” idi. 1984’ten sonra Türkiye’de PKK ortaya çıkmıştı. Kürt meselesi ortaya çıkmıştı. Hem Kürtler Türkiye’den ayrılmak istemiyor hem de Türkiye Kürtlerin ayrılmasını istemiyor. Bunları bir arada tutacak bir yapıştırıcıya ihtiyaç var. O zaman Refah Partisi İslam Kardeşliği vurgusunda bulundu. Bu kavramın içini hukuki olarak doldurmadı. Fakat bu insanları bir arada tutuyordu. Üçüncü önemli özelliği ahlak ve dürüstlüğü savunuyordu. Kirli bir dünyada yaşıyoruz. Dürüst bir yönetime ihtiyaç var. Refah Partisi’ni iktidara taşıyan bu idi.
Dördüncüsü çok net bir kimlik tanımı yapıyordu Refah Partisi. “Biz Müslümanız. Batıdan ayrıyız. Kendimize ait bir kimliğiz var. Bir kimlik krizine düşmemize gerek yok. Osmanlıyız. Zengin bir tarihimiz var.” diyordu. Beşincisi de bir dış politika teklifi vardı. İslam Dünyası’nın lideridir Türkiye diyordu. 1996’da iktidara geldiğinde de D8’leri ortaya attı.
Refah’ın yakaladığı dinamizm niçin devam etmedi?
MSP ile RP arasında tabii ki çok önemli bir fark vardı. Bu söylem ve program farklılığını ortaya çıkaran iki önemli faktör iç toplumsal değişme ve dış küresel değişim idi. Refah Partisi iç ve dış konjonktürel değişmelere paralel olarak değişti. Fazilet Partisi’ne gelince değişme konusunda bir direnç ortaya çıktı. Bu direnç de dış konjonktürün bastırmasıyla bölünme ile sonuçlandı.
2009 itibariyle siyasi tabloyu nasıl tanımlıyorsunuz?
Saadet Partisi 2009 seçimlerinde eşiği aştı. Toplumsal merkezle irtibat kurmayı yakaladı. Fakat şu anki konjonktürden dolayı az oy aldı. Şu anda Ak Parti’nin arkasına iki parti takıldı. Cumhuriyet Halk Partisi ve Saadet Partisi. Halbuki oylarını yükselten dört parti var.
Evet, MHP ve DTP’yi saymadınız…
Fakat onların gelişme dinamikleri yok. Onlar etnik temelle siyaset yapıyorlar. Biri Türk diğeri ise Kürt milliyetçiliği yapıyor. Gelişme dinamiği yok bunun. Gelişme dinamiği toplumun büyük kesimlerine ulaşıp Türkiye üzerinde şemsiye açabilme yeteneği demektir. Fakat açılımlardan sonra CHP’nin ve Saadet Partisi’nin böyle bir gelişme dinamiği var.
Ak Parti’nin handikapı nedir?
Ak Parti’nin handikapı şudur; Merkez partisi olayım derken devletin merkezi ile bütünleşti. Halbuki merkez toplumsal merkezdir. Bu yüzden kaybediyor. Siyaset boşluk kabul etmez. Ak Parti bu hatayı yapınca o boşluğu dolduracak birileri çıkacaktır. Boşluğu doldurmaya iki aday parti Saadet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’dir.
Sanki bu tablo 1970’li yılların başını andırıyor biraz, Adalet Partisi’nin yerine yükselen CHP ve MSP gibi…
iraz da öyle. AK Parti eğer hatalarını düzeltmeyecek olursa ANAP’laşarak onun gibi sahneden çekilecek. Saadet Partisi 1970’lerdeki dinamizmini yakalayabilirse MSP ve Refah gibi yükselişe geçecek. Bunu tayin eden şey toplumsal destek ve sayısal destektir. Şu anda Ak Parti’nin sayısal desteği yüzde 38, buna karşılık toplumsal desteği yüzde 30’un altında. Halbuki 2002’de sayısal desteği yüzde 34 iken toplumsal desteği yüzde ellilerin üzerindeydi. Ben Recep Tayip Erdoğan’ın verilen toplumsal mesajı doğru algıladığını düşünüyorum. Çok köklü reformlar yaparsa bunu durdurup kendi lehine çevirebilir. Fakat çok büyük şeyleri göze alması gerekecektir.
AK Parti’nin içinde bir “değişim’’ gerçekleştirmesine engel faktörler var. Mesela Cemil Çiçek’in söylemi…
Ak Parti’nin merkezi adına toplumsal gidişini frenleyenler vardır. Ayrıca iktidarın nimetlerinden yararlandıktan sonra dindar kitleye tepeden bakan, sonradan görme bir zümre var. Zaten partiyi bunlar yıprattı. Toplumun kılcal damarlarından kopmuşlar. Kibirliler. Mağdur olmaktan çıkıp mağrur hale gelmişler. “Biz İslamcı değiliz. Muhafazakar demokratız” derken neredeyse dinden uzaklaşıp, dine hakaret eder hale gelenler var. Hâlbuki din bu topraklarda insanları bir arada tutan en önemli yapıştırıcıdır. Bu çözüldüğü zaman toplum çatışmaya başlar.
Toplumsal merkezin hala yeni bir aktör çıkarma potansiyeli var mı?
Ben şimdiye kadar yapılmış seçimlere bakıp toplumsal merkezin aktör çıkaracağını düşünüyorum. Milliyetçi partiler hariç her partinin iktidar olma şansı vardır. Türkiye’de seçmen kitlesinin yüzde 60’ı yüzer, gezerdir. Kim onları kendi şemsiyesi altında toplayabilirse iktidar olabilir. Bu toplum dinamik ve sağduyulu bir toplumdur. Benim kanaatime göre kendi aktörünü ortaya çıkaracaktır. Umutluyum. Saadet Partisi bu alternatiflerden biridir ve kuvvetli olan biridir.
Gerçek Hayat / Suavi Kemal Yazgıç

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder